TARKAN - "KUANTUM 51"
Böyle bir şey yazdım X’e. Yeni Tarkan albümünü ilk
dinlediğimde, edindiğim ilk izlenimlerden biriydi bu. Başka izlenimler de vardı
kuşkusuz ama onlardan emin olmak için albümü uzun uzun dinlemem gerekiyordu.
Zaten sosyal medyada albüm/şarkı eleştirisi yapmaktan mümkün olduğunca
kaçınmıştım yıllardır. Zamanın ruhu her şeyi alabildiğine çabuk ve kısa yoldan
söylemeye mecbur ederken bizi, okuduğunu anlama yetisini almıştı elimizden ve
kısa olsun diye önü arkası kurulmamış fikir cümleleri çoğunlukla yanlış
anlaşılıyordu.
Her şeye rağmen, hâlâ gerçek “rap” yapanları tenzih ederek
söylüyorum tüm bunları. Her genellemenin içinde mutlaka istisna payı saklıdır.
Hâlâ bir müzisyenle röportaj yapmak istediğimde kendisini
değil basın danışmanını arıyorum. Bir tek kişi de çıkıp “Yavuz Hakan Tok beni
iş için, röportaj için ya da bir program için değil, sadece muhabbet etmek için
aradı,” diyemez ki zaten yakın çevrem bilir, telefonla konuşmaktan çok sıkılırım.
Son bir buçuk yıldır yaptığım radyo programına konuk ettiğim
isimler sayesinde müzik çevrelerinde kredimin benim zannettiğimin çok daha
üstünde olduğunu fark ettim. O krediyi hiç kullanmadığım için bunca yıldır
farkında değilmişim. Hâlâ kullanmıyorum. Hiçbir zaman “ünlülerin yakın
arkadaşı” o kişi olmadım, bu saatten sonra olmak niyetinde de değilim.
Tabii ki yazılarımda objektiflik kadar öznellik de vardır.
Eleştiri tam da böyle bir şeydir. Tarafsız olmak adına dümdüz, yorumsuz yazılan
yazı eleştiri değil, haber olur. “Fikir yazısı” ise, adı üstünde öznellik
içerir. Yazanın bilgi, birikim, deneyim, beğeni ve algısının bir tezahürüdür.
“Acaba bu konu hakkında ne düşünmüş?” diye merak eder, öyle okursunuz.
Yazdıklarına katılırsınız, katılmazsınız, haklı bulur ya da bulmaz, değer verir
ya da vermezsiniz, o sizin bileceğiniz iş. Sonuçta kimin fikirleri mutlak
doğruyu gösterebilir ki? Mutlak doğru var mıdır?
Uzun lafın kısası “şakşakçılık” lafı beni öldürmek için
kullanılabilecek en yanlış silah. Sıradakine geçelim.
Mesela yazının başlangıç paragrafları:
Tarkan bir şarkı yayımladı, ortalık karıştı. Niye öyle
oldu? Cevabı basit aslında: Çünkü o Tarkan.
Bir kere çok uzun ara verdi. Pop müzikte bir starın bu
kadar uzun ara vermesi feci riskli bir durumdur. Çünkü popüler müzik hiç
yerinde durmaz, sürekli devinir, değişir. Dengesizdir, tutarsızdır,
öngörülemezdir pop müzik. Siz “Dur bir evleneyim, bir de çocuk yapayım, aman
çocuğumu büyüteyim, azıcık tütü giyeyim,” filan derken bir dönüp bakarsınız en
iyi yaptığınız şey hiç bilmediğiniz bir şeye dönüşmüş. Ne olacak şimdi? Ayak
uydursan bir dert, uydurmasan ayrı dert.
Yani Tarkan bu kadar uzun bir aradan sonra ne yaparsa
yapsın ya “Nerede o eski Tarkan?” diyeceklerdi ya da “Ohooo Tarkan da çok eskide
kalmış!” Zamana ayak uydurayım derken komik duruma düşmekle zamana ayak
uyduramamak aynı efekti yaratır çünkü: İki uçlu otlu değnek. Üçüncü bir
alternatif yok muydu peki? Vardı elbet ama zordu. En çok da bu yüzden, herkes
gibi ben de bütün önyargılarım cebimde, merakla bekliyordum Tarkan’ın yeni
şarkısını.
Bu cümlelerdeki “şarkı” kelimesinin yerine “albüm” kelimesini koyarsanız, pekâlâ yeni albüm yazısının da girişi olabilir.
Şimdi yine “şarkı” yerine “albüm” koyarak devam edelim.
Tabii bilgisayar başındayım ya o an, şarkıyı dinledim,
klibi izledim ve hemen şöyle bir baktım sosyal medyada ne yorumlar yapılıyor
diye. On beş dakika ya geçmişti ya geçmemişti.
“Kötü…”
“Çok kötü…”
“Tarkan bunu senden beklemezdim.”
“Tarkan’ın şarkısı büyük hayal kırıklığı…”
“Tarkan vurdu gol oldu!”
“Tarkan farkı.”
E birebir aynı cümleler olmasa da albümün çıktığı gece de
benzer yorumlar yapılmadı mı? Yapıldı.
“Fikir de mi beyan etmiyek yani napak?” dediğinizi duyar
gibiyim. Edeceksiniz tabii; sosyal medya, en çok da Twitter bunun için var ama
şu beğenme ya da beğenmeme, övme ya da yerme halleri çoktandır şirazesinden
kaymış olabilir. Gerçi konumuz o değil. Elbette herkes istediğini söylesin,
parmağının ucuna geleni yazsın, buna itiraz eden de evvel ahir “boomer” olsun,
rahmetli Demirel’in tabiriyle “demokraaaaasi” böyle bir şey.
O zaman bu zaman Twitter X oldu ama bahsettiğim delilik hali
azalmadı, aksine arttı. Hatta o kadar arttı ki üreten, besteleyen, yazan,
çizen, şarkı söyleyen herkesin hevesi kaçtı. Deriniz ne kadar kalın olursa
olsun (ki insanız sonuçta) hakkınızda ya da ürettiğiniz şey hakkında sosyal
medyada yapılan şuursuz, akıl dışı, mantık dışı, cahilce ve hakaretamiz
yorumlar bir yerden sonra neyi, ne için, kimin için yaptığınızı sorgulatıyor
size. Üzerine ince ince düşünüp, bin bir emek verdiğiniz ama daha da önemlisi o
kadar ince düşünebilmek ve o emeği sarf edebilmek için upuzun yollardan,
yıllardan, düşmelerden kalkmalardan geçtiğiniz üretiminiz beş dakika içinde
üzeri çizilip, karalanıp, tu kaka edilebiliyor. Çoğunlukla da bunu o geçtiğiniz
yollardan, yıllardan hiç geçmemiş, sizin ceketinizi hiç giymemiş birileri
yapıyor. Geçse/giyse zaten yapmaz. Bu kadarı yetmezmiş gibi bir de anlamlandıramadığınız
bir öfkenin hedefi haline geliyorsunuz.
Sonra yeni bir şey yapmak istediğinizde buna ne derler,
bunun burasına ne tepki gösterirler, şuna bir laf ederler mi derken bir
bakıyorsunuz, yeni bir şey yapmak gelmiyor içinizden. Ben yazı yazmak
istemiyorum, beriki şarkı yazmak istemiyor, ötekinin içinden bir fotoğraf çektirmek
bile gelmiyor.
Neyse… “Geççek” yazısından alıntılara devam edeyim.
Mahallenin bıçkın delikanlısı, kıvrak ritimlerin işveli
erkeği, alaturka nağmelerin zarif beyefendisi… Tarkan bu üçgenden çıkmak için
geç bile kalmıştı.
Evet, hâlâ aynı şekilde düşünüyorum. Sonra da demişim ki:
Cilve yapmıyor, nağme yapmıyor, “vibrato” yapmıyor.
Mahalledeki kıza laf atmıyor, aile büyüklerinin elini saygıyla öpmüyor, göbek
atıp gerdan kırmıyor. Dördüncü bir köşe açıyor kariyerinde. Mahallenin sırt
sıvazlayan, umut veren, destek olan güzel abisine oynuyor. Bunu yaparken de
bilgeliğe, bilgiçliğe soyunmuyor haliyle konumu (ya da donanımı) gereği. Bir
popstar olduğunun bilincinde çünkü. Birdenbire Bülent Ortaçgil’e dönüşecek hâli
yok.
Şimdi hemen açın albümden “Enseyi Karartma”yı dinleyin.
“Geççek”deki Tarkan’ı orada da bulacaksınız. Albümün en cilveli şarkısı
“Olay”da bile “Bizden geçti bu işler mirim,” diye düşünen, son ana kadar gemi
azıya aldıktan sonra “Atın ölümü arpadan olsun,” diyen yani genç yaşların gözü
karalığında değil orta yaşların temkinliliğinde bir adam var. Bu adam “Yakalarsam…”
diyen o delikanlı değil artık. “Yo” da yürekten sevmenin teminatını veren adam da
“Seviş Benimle” diyen genç adamdan daha ağır, daha oturaklı. Hatta “İllallah” ve
“Sorma Gitsin”de “Batsın Bu Dünya” türevi bir ‘70’ler Orhan Gencebay abiliği
bulmak bile mümkün.
Ve evet bu albümde de en alaturka şarkıda bile o meşhur “vibrato”larının
altını epeyce kısmış bir Tarkan var. Hatta belki de “eskisi gibi değil”
diyenler farkında olmadan en çok bunun eksikliğini hissediyor da olabilirler.
Bakın bu paragrafta yazdıklarım da birebir bu albüm için
yazılabilir. Ozan Çolakoğlu’ndan başka aranjörler de var albümde ama hepsi
Tarkan müziği sınırları dahilinde, yani olması gerektiği gibi yapmışlar
işlerini. Ben kendi tarzı, meşrebi içinde gayet iyi düzenlemeler duyuyorum albümde.
Teknik olarak da son derece temiz. Ev stüdyolarından çıkmış kötü mikslenmiş,
ucuz işlere mi alıştı kulaklar, ne oldu? Beyonce “country” albümü yaptı
arkadaşlar. Bir nevi türkü albümü yani. En modern, en yeni “sound” diye bir şey
yok. Kaldı ki bugünlerin yenisi ‘80’lerin eskisi mesela, onu ne yapacağız?
Ve “Geççek” yazısının son paragrafı:
Kuşkusuz “Geççek” Tarkan’ın en iyi şarkısı değil. Genç
yaşlarından itibaren “iyi şarkı” kategorisine rahatlıkla koyabileceğimiz “Kış
Güneşi”, “Biz Nereye?”, “Beni Anlama”, “Sevdanın Son Vuruşu” gibi şarkılar
söylemiş, kimilerini de yazmış, bestelemiş biri Tarkan. Öte yandan Tarkan “Kıl
Oldum Abi”, “Hepsi Senin mi?”, “Şımarık” gibi şarkılarla da Tarkan oldu.
Zamanında her biri çok ama çok eleştirildi, yeni nesil bilmez. Onlar da kötü
bulundu, ucuz bulundu, basit bulundu kimilerince. Tartışma programlarında değil
belki ama köşe yazılarında tartışıldı, “Müzik nereye gidiyor, Türkçe nereye
gidiyor?” soruları, ciddi endişeler, karamsar kaygılar havada uçuştu. Sonuçta
ne oldu? Bugün hâlâ o şarkıları dinliyor, dinlerken eğleniyoruz. “Geççek” de o
kategoriye girer ya da girmez, onu zaman gösterir, o ayrı.
Evet, hatırlayanlar çok iyi bilir ki “Hepsi Senin mi?” de
“Şımarık” da zamanında sevildiği kadar tepki de görmüş şarkılardı. Hele “Kıl
Oldum Abi” yerden yere vurulmuştu. Çünkü o zamanın ruhunda toplumun büyük
kesimi tarafından basit ve ucuz bulunmuş şarkılardı onlar. Bugün onları “iyi
şarkı” diye anıyor olmamız bu gerçeği değiştirmiyor. Yani iyilik kötülük
yargıları da zaman içerisinde değişebiliyor, onu demek istiyorum. (Bu lafı
kullanmaktan nefret ediyorum ama mecbur kullanacağım) Anladınız mı?
Evet yine soruyorum: Nasıl yapalım? Herkesin albüm yapmaktan
öcü gibi korktuğu, zamanını, emeğini ve parasını boşa harcamak istemediği,
dahası herkesin pop yapmaktan öcü gibi korktuğu, demode damgasını yemek
istemediği bir dönemde önümüze şıkır şıkır, on yeni şarkıdan oluşan bir albüm
konmuş. İçinde herkesin kendince sevdiği de olabilir sevmediği de.
Sahiden demode kaçan şarkı da vardır, belki yeni bir öneri sunan da. Önce
dinlesek mi biraz? Sonra mı deşsek, eleştirsek? Boşuna “gerisini sonra
konuşuruz,” demedim. Konuşacağız elbet. Hatta hadi gelin şimdi konuşalım.
Her durumda Sezen Aksu’yu örnek göstermekten ben de
sıkılıyorum artık ama verilebilecek daha iyi bir örnek yok. Sezen Aksu Onno
Tunç’la birlikte en tozu dumana kattığı dönemde bile artık üçüncü, dördüncü bir
kişiye ihtiyacı olmadığını düşünmedi. Kendisi de şahane sözler yazabilirken Aysel
Gürel’i hep yanında tuttu mesela. Onno Tunç büyük büyük besteler yapadururken Sezen
Attila Özdemiroğlu’ndan da vazgeçmedi. Ortaçgil’den şarkı aldı, Fuat Güner’den,
Hümeyra’dan, Livaneli’den, Ali Kocatepe’den... Kendi müziğinin içine
yedirebileceği her farklılığa hep açık kaldı. Dar bir çevrede, belirli birkaç
isimle albüm yapmak yanılgısına hiç düşmedi. Şiirin peşine düştü, oradan
şarkılar çıkardı. Arif Sağ’dan Goran Bregoviç’e uzandı ve sonsuz bir iştahla denedi,
risk aldı, hatta bu uğurda bazen baltayı taşa da vurdu. Hiçbir zaman illa kendi
şarkılarımı yazıp söyleyeceğim diye bir inadı olmadı. 2017’de yayınlanan son
albümünde bile böyleydi bu ki bence bundan bugünün genç müzisyenleri de ders
çıkarmalı.
Yukarıda bahsettiğim kendinin benzerine dönüşme meselesini
de böyle aşmıştı Sezen. ‘90’larda bir yerden sonra ortalık minik Sezenciklerle
dolduğunda o, taklitlerinin bir benzeri ve kendisinin bir taklidi olmamanın
yolunu bulmuş, “Deli Kızın Türküsü” albümünü yapmış, bir anlamda hepsine gol
atmıştı.
Nasılsa Güler Özince sızmış bu kalın duvarların ardına. Onu
da Tarkan’ın dijital platformlarda genç müzisyenleri gece gündüz dinleyip “Aaa
bak bu kız iyi şarkı yazıyor,” diyerek bulduğunu zannetmiyorum. Güler
Özince’nin şarkısı Tarkan’ın dört yanı hendekli kalesine kim bilir kim
tarafından sokuldu da bir şekilde ilgisini çekti.
Sonuç itibariyle yedi yıl sonunda önümüze sunulmuş bir albüm
var ve biz de Tarkan’a olan sevgimiz ve bizdeki hatırına binaen albümde nicedir
değişmiş algılarımızın, müzik beğenilerimizin içine alabileceğimiz,
sevebileceğimiz şarkı arıyoruz. Hadi şimdi şarkıları tek tek dinleyelim:
“İllallah”: Sözleri Tarkan yazmış, bestede İskender
Paydaş’la Tarkan’ın ortak imzası var. Düzenleme de İskender Paydaş’ın. Girişini,
ritmini, yürüyüşü hatta bestesini de sevdim ama sözler şarkıyı alabildiğine
aşağı çekiyor. Basit bir formül vardır aslında: Bir şarkı bir eğlence yerinde,
kalabalık bir mekanda çalındığında insanlar eşlik eder, bir ağızdan söyler mi
diye hayal edin. Ben bu şarkıyı dinlerken “Yaşamak mı bu saaaanki, olduk
düzenin köleeeesi” diye bağıra çağıra eşlik eden insanlar hayal edemiyorum
asla. Hiçbir şekilde akmıyor sözler. Bir pop şarkısında düzenin kölesi olmaktan
şikâyet edebilirsiniz elbette ama bunu öyle cümlelerle ifade edersiniz ki
“düzen” ve “köle” kelimelerini kullanmanıza hiç gerek kalmaz. Bu biraz kör gözüm
parmağına olmuş.
“Olay”: Söz, müzik Tarkan, düzenleme Ozan Çolakoğlu imzası
taşıyor. Bu şarkıda sözler su gibi akıyor mesela. Bir derinliği yok ama eşliğe
müsait, melodi ve ritim de eğlenceli. Ve tabii ki yine ne eksik ne fazla, tipik
mi tipik bir Tarkan şarkısı. Bence uzun vadede mekanlarda “Yo”dan bile daha fazla
çalınabilir.
“Müteşekkir”: Söz ve müziği Güler Özince’ye ait şarkı bu. Düzenlemeyi
Ozan Çolakoğlu yapmış. Düzenlemeyi çok sevdim. Şarkı da o başından beri yazıp
çizdiğim hem aynı hem de farklı bir Tarkan formülüne en çok yaklaşan şarkı
olmuş albümde. Tabii “Müteşekkir” ismini görünce ben de bir an herkes gibi
şarkıyı Sıla mı yazmış acaba diye düşünmedim değil. (O sırada Z kuşağı: Müteşekkir
ne demek, ENTER.)
“Darmaduman”: Sözler Tarkan’ın, beste Tarkan ve Murat
Matthew Erdem’in. Düzenleme de Matthew tarafından yapılmış. Matthew’den
beklenmeyecek kadar arabesk tınılı bir şarkı. Akılda kalıcı bir melodi, melodinin
gerektirdiği türden bir düzenleme ama sözler yine sallantıda. Çok daha derin,
ince, hatta şiirli sözlerle vurucu bir şarkı olabilirmiş oysa. (Emir Can İğrek
var mesela, basit ve akılda kalıcı şarkı sözlerine şiir nasıl sığdırılırın en
genç örneklerinden biri.)
Sahi bir de niye Tarkan albümün neredeyse tamamında duble
şarkı söylüyor? Yani hiç net, tek bir Tarkan duymuyoruz, hep Tarkan’a eşlik
eden bir Tarkan daha var. Eskiden Meral-Zuhal vardı, ikiz kardeşler. Tek sesten
birlikte şarkı söylerlerdi. Sesleri de benzerdi doğal olarak. Hah işte Tarkan
da hep ikizi Tarkan’la söylemiş gibi şarkıları. Biliyorum bu bir son yıllarda
çokça tercih edilen bir yöntem ama bu yer yer koro hissi veren “mix” tekniği buna
benzer şarkıların hüznünü, duygusunu eksiltiyor sanki.
Geldik kasetin (ya da plağın) B yüzüne.
“Ayrılık Töreni”: Aysel Gürel’in şarkı sözlerini Tarkan bestelemiş,
düzenlemeyi ise Ozan Çolakoğlu yapmış. Bu şarkı sözü aslında 2021 yılında ilk
kez Hakan Yeşilkaya tarafından bestelenmiş ve o şarkıyı Ömür Gedik söylemiş.
Tarkan’ın bestesinde ise sözlerde yer yer değişiklikler var. Mesela
"Karaladım resimde gülen yüzünü, bu sevda bir avuç kağıtta bitti” cümleleri
Ömür Gedik versiyonunda yok. Onun yerine “Dört duvar sağır dilsiz hüznümü,
boşluğa bıraktım bir ömür bitti” cümleleri var. Bilmiyorum artık orijinali
hangisi. (Ki Müjde Ar’ın annesinin şarkı sözlerinin değiştirilmesi konusunda
çok hassas olduğunu biliyoruz. Sezen Aksu Sertab’ın “Ateşle Barut”una bir
dörtlük ilave etmiş, bunu duyan Müjde Ar küplere binmiş ve şarkı apar topar
yayından kaldırılmıştı hatırlarsanız.) Hakan Yeşilkaya’nın bu sözlere yaptığı
beste klasik formda ve düşük tempolu iken Tarkan ters köşe yapmış ve şarkıyı
yüksek tempolu bir dans şarkısı gibi tasarlayıp adeta ikinci bir “Sevdanın Son
Vuruşu”nun peşine düşmüş. Pek yakınından geçememiş ama ben yine de sevdim bu
şarkıyı.
“Kalpte Savaş”: Söz ve müziği Tarkan’a, düzenlemesi Ateş
Berker Öngören’e ait bir şarkı. Yukarıda bir yerlerde bir Orhan Gencebay lafı etmiştim.
Hah işte bu şarkı daha ilk dinlediğimde, oracıkta bir ‘70’ler Orhan Gencebay
şarkısı hissi yarattı bende. Şayet daha ilk cümlesinde “Acı çekmekten zevk
almaya programlanmışız arkadaş” demeseydi nispeten daha sıcak hisler besleyebilirdim
şarkıya. Bir de madem böyle bir şarkı yaptın, hakkını ver, şaşırt bizi. Koy
kemanı, klarneti, kanunu, yaylıları, vurmalıları, seyreyleyelim gümbürtüyü ama o
da yok ne çare.
“Enseyi Karartma”: Söz ve müziği Tarkan’a ait bir şarkı. Düzenlemesi
Ateş Berker Öngören imzası taşıyor. Albümde en sevmediğim şarkı. Yine didaktik,
kör gözüm parmağına şarkı sözleri. Tamam Tarkan “Geççek”te mahallenin sırt sıvazlayan
güzel abisi olmaya soyundu soyunmasına ama o bir nebze daha sempatikti. Bir abi
bana bu cümlelerle gelse şahsen “Dayı bi’ git işine ya,” derim, kaçarım oradan.
“Bir paket sigara olmuş 70 lira, sen bana ‘enseyi karartma’ diyorsun! Ayrıca dertleri
bir o yana bir bu yana çalkalamak nasıl bir tavsiyedir? Bu mudur çözümün yani?”
Şaka bir yana, ritmi oynamaya çok müsait olsa da pek eğlence yerlerinde
çalınacak bir şarkı olmayacağını düşünüyorum. (O sırada Z kuşağı: Enseyi
karartmak ne demek? ENTER)
“Vatanımsın”: Söz ve müziği Tarkan’a ait bu şarkıyı Ateş
Berker Öngören düzenlemiş. Ben bu şarkıyı sevdim. Hoş, serin, naif, karmaşık
yollara hiç sapmayan, basit bir aşk şarkısı. “Beni Çok Sev”i hiç sevmemiştim,
çok hesaplı, çok formüle gelmişti ama bu kez öyle olmamış. Bence uzun vadede
albümün akılda kalan şarkılarından biri olur, hatta eline gitarını alan söyler,
videosunu çeker, YouTube’a yükler, demedi demeyin. Çünkü basit her zaman
çalışır.
Özetle Tarkan şaşırtmıyor, “Oha” hiç dedirtmiyor ama bence “Kötü,
çok kötü, berbat, Tarkan bitmiş!” filan da değil. Albümü çok dinledim. Bazı
albümleri dinlerken bende o an bir şeyler yapma, bir şarkı yazma, bir resim
yapma, bir heykel yontma, bir film çekme hisleri uyanırdı eskiden. Galiba “ilham
verme” denilen şey tam olarak bu. Nicedir hiçbir albüm bu hissi uyandırmıyor.
Geçenlerde bir Kalben konseri izledim, o gece o konser uyandırdı mesela. Ama “Kuantum
51” uyandırmadı. Bu bir ölçüt müdür, onu da bilmiyorum.
Bence Tarkan’ın önünde iki yol var şimdi. Ya konfor alanının
içinde kalmaya devam ederek, bunca yıldır yaptıklarının ekmeğini yiyecek ya da
artık şöyle bir silkinip, toparlanıp yaptıklarının en iyisinin bu kadar
olmadığını gösterme gayretine girecek. Ben her şeye rağmen ikinci yolu seçmek
için geç olmadığını düşünüyorum.